Kültür-Sanat

230 Yıldır Umutla Kazılan Oak Adası: “Para Çukuru”nun Bitmeyen Hikâyesi

Paylaşıldı

on

Kanada’nın Nova Scotia kıyılarındaki küçük ve sakin Meşe (Oak) Adası, dünya üzerindeki en uzun soluklu hazine avının sahnesi. Hikâye, 18. yüzyılın sonlarında genç bir yerleşimcinin ormanda gördüğü tuhaf bir çöküntüyü kazmasıyla başlıyor; aradan iki asırdan fazla geçti, kazılar durdu, yeniden başladı, yeni teknolojiler denendi, efsaneler büyüdü, ölümler yaşandı; fakat o “şey” hâlâ yerli yerinde: cevaplanmamış sorular. Birileri için mühendislik harikası bir tuzak, başkaları için korsanların sakladığı servet, kimi içinse masonik bir “gizli kasa” alegorisi… Oak Adası, 230 yıldır merakla kazılan bir bilmece.

Oak Adası Bir çukur, bir söylenti, bir kıvılcım (1790’lar–1850’ler)

Anlatılan odur ki, Daniel McGinnis adlı genç bir çiftçi adada dolaşırken zemindeki esrarengiz çöküntüyü fark etti. Kaptan Kidd efsanelerini, korsan hazinelerini duymuştu; iki arkadaşıyla geri döndü, kazmaya başladı. İlk metrelerde düzgün yerleştirilmiş taşlar, her üç metrede bir kütükten “platformlar” görmeleri merakı ateşledi. Dokuz metreye gelindiğinde ürkeklik ağır bastı, geri çekildiler. Sonrasında Onslow adındaki yerel bir girişim (1800’lerin başı), daha derine indi ve kömür, macun, hindistan cevizi lifleri gibi “yerli olmayan” katmanlarla karşılaştı. Tam işin rengi değişirken çukur ansızın suyla doldu. Yan çukur açıp suyu aktarma denemeleri de boşa çıktı. Truro şirketi (1840’ların sonu), burgu ile alttan yokladı; ahşap katmanlar, metal olduğu sanılan bir yüzey ve kil tabakası gibi işaretler not edildi. Ama su, her seferinde kaderin değişmeyen oyuncusu oldu.

Su nereden geliyor? Doğal mı, insan yapımı mı?

  1. yüzyılın ortasında kazıcılar, çukurun denizle gizli bir tünelle bağlı olduğundan şüphelendi. Hatta kıyıdaki Smith’s Cove bölgesinde hindistan cevizi lifi bulunması, “sifon” benzeri su tuzakları teorisini besledi. 1898’de çukura kırmızı boya dökülmesi ve boyanın adanın çevresindeki birkaç noktadan denize karıştığının görülmesi, efsaneyi iyice büyüttü. Buna karşıt görüş ise jeolojiye dayanıyordu: Ada, su dolu doğal boşlukların ve anhidrit kayaçların bulunduğu bir buzul yığışım sistemiydi. Bu tablo, gelgit baskısı ve tatlı su yollarının etkisiyle çukurun sürekli dolmasını “doğal” bir süreç olarak açıklıyordu. Yıllar sonra Oak Adası’na kısa süreli bir bilimsel bakış atan Woods Hole Oşinografi Enstitüsü’nün araştırmacıları da boya testleri ve gözlemlerle su baskınının doğal sebeplerine dikkat çekti. Kısacası, suyun kaynağı konusunda “insan yapımı tünel mi, doğal boşluk mu?” tartışması dün olduğu gibi bugün de sürüyor.

“Üzerinde semboller olan taş” ve şifreli mesaj tartışması

Efsaneyi besleyen en popüler unsurlardan biri, 30 metre civarında bulunduğu iddia edilen, üzerinde “bilinmeyen işaretler” olan büyük taş. Yazışmalarda, notlarda, gazetelerde ve kitaplarda bu taşın bacaya yerleştirildiği, uzun yıllar sergilendiği, sonra farklı ellere geçtiği, üzerinde deri dövüldüğü için işaretlerin silindiği gibi birbirini tutmayan anlatılar var. Hatta taşın “Üç metre aşağıda iki milyon sterlin gömülü” gibi iddialı bir mesaja çevrildiği söylendi. Ancak şu gerçek: Söz konusu taş bugün ortada yok; dolayısıyla hem yazıtın varlığı, hem de anlamı kanıtlanabilmiş değil. Üstelik taşın bazalt gibi sert bir kaya olduğu iddia edildiği için “işaretler zamanla silindi” savına kuşku ile bakanlar da az değil.

1860’lardan 1900’lere: Daha çok çukur, daha çok risk

Meşe Adası Birliği 1860’larda yeniden kolları sıvadı. Ama her derinleşmede su bastı, platformlar çöktü, sistem “daha da dibe çekildi.” Bu dönemde ilk ölüm haberi geldi: Buharlı pompa kazanının patlaması. 1890’lara gelindiğinde gelişen ekipmanlarla ataklar tekrarlandı; bir parşömen parçası (üzerinde “vi/wi” benzeri harfler) gibi küçük bulgular heyecanı diri tuttu. Ancak “büyük kasa” yine görünmedi.

1909’da, Eski Altın Kurtarma Grubu adaya indi. “Para çukuru” (Money Pit) olarak ünlenen alana dalgıç gönderildi, Smith’s Cove incelendi, “işte tünel” denilen hatlar yerinde doğrulanamadı. Adaya olan ilgi sürse de arama ekipleri kısa aralıklarla gelip gidiyor, su ve çökme sorunları tüm mühendislik girişimlerini tekrar tekrar boşa çıkarıyordu.

20. yüzyıl ortası: Ölüm getiren hata, dev kazı çemberleri

1959’da Restall ailesi ve ekipleri adada taşkın tünellerini kapatmaya odaklandı. 1965 yazında yaşanan gaz zehirlenmesi faciasında Robert Restall, oğlu ve iki kişi daha tünelde hayatını kaybetti. Bu trajedi, adanın “lanetli hazine” mitolojisini daha da güçlendirdi. Aynı yıl Robert Dunfield, dev bir ekskavatörle geniş çaplı kazılar yaptı; 30 metreyi aşan bir çukur açıldı, ancak kayda değer bir bulgu çıkmadı.

Triton Birliği, “10-X” kuyusu ve yasal savaşlar (1967–1990’lar)

1967’den sonra adanın büyük kısmını elinde toplayan Triton Alliance (Blankenship & Tobias), 1971’de “Borehole 10-X” adıyla bilinen, çelikli muhafazayla güçlendirilmiş derin bir delgi gerçekleştirdi. İçine indirilen kameraların “sandık, ahşap konstrüksiyon, insan kalıntısı gibi” gölgeler yakaladığı iddia edildi; görüntüler muğlâktı, bilimsel teyit gelmedi. Sondaj çevresinde çökme olunca faaliyet durdu, finansman sorunları büyüdü, ortaklar mahkemelik oldu. 1990’ların sonunda kadar süren hukuki çekişmeler, sahadaki enerjiyi tüketti.

2000’ler: Turizm, yeni lisans rejimi ve popüler kültürün etkisi

2000’lerin ortasında adanın bir kısmı el değiştirirken, Rick ve Marty Lagina kardeşlerin ortaklığıyla Oak Island Tours faaliyetleri hız kazandı. Yerel yönetimin lisans düzeni, 2011’de yürürlüğe giren bir kararname ile “hazine arama” süreçlerini Bakanlık onayına bağladı. 2014’te yayın hayatına başlayan ve geniş kitlelere ulaşan televizyon belgeseli “The Curse of Oak Island”, adayı küresel ölçekte yeniden gündeme taşıdı. Modern jeofizik, metal detektörleri, su altı robotları, hassas sondajlar… Teknoloji, hikâyeye yeni araçlar getirdi; fakat o “büyük şey” yine görünmedi.

Peki ne var (ya da yok)?

Onlarca girişimin elindeki “elden ele dolaşan” bulgu listesi bugün kabaca şöyle: yabancı menşeli olduğu anlaşılan hindistan cevizi lifleri, çeşitli ahşap katmanlar, bir parşömen kırıntısı, döneme ait alet edevat parçaları, çok sayıda çökmüş tünel/çukur ve su baskını mekanikleri… Bunların her biri tek tek ilginç; ancak hepsini “zekice tasarlanmış dev bir saklama sistemi” olarak okumak da, “doğal düdenler ve insan faaliyetlerinin kaotik karışımı” olarak yorumlamak da mümkün.

Başlıca teoriler

  • Korsan/İşgal ganimeti: Kaptan Kidd, Karasakal veya yedi yıl savaşları sırasında ele geçirilen servetin saklandığı dev bir kasa.
  • Tapınakçılar/Masonik kasa: Kutsal Kâse, Ahit Sandığı ya da ritüel metinlerin gizlendiği yer.
  • Marie Antoinette’nin mücevherleri: Devrim kargaşasında kaçırılan kraliyet mücevherlerinin Yeni Dünya’da saklandığı iddiası.
  • Bacon–Shakespeare tezleri: Francis Bacon’ın elyazmalarının gizlendiği masif bir mahzen.
  • Jeolojik açıklama: Buzul kökenli dolgular, anhidrit-kireçtaşı boşlukları ve gelgitlerle beslenen su yolları; yani doğa.

Doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbiri kesin kanıtla taçlanmış değil. Oak Adası’nın en sağlam “kanıtı”, bizzat 230 yıllık kolektif merak ve bunun tetiklediği arama–deneme–yenilgi döngüsü.

Ünlüler ve yatırımcılar: Efsanenin “kulisi”

Oak Adası dosyası, sıradan hazine avcılarının ötesinde isimler de çekti: ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt gençliğinden itibaren gelişmeleri izledi; Hollywood yıldızları Errol Flynn ve John Wayne, kimi zaman finansman, kimi zaman ekipman desteği verdi; varlıklı ailelerin temsilcileri projelere ortak oldu. Bu ilgide, hikâyenin masalsı cazibesinin ve “eğer varsa, dünyanın en uzun sabırlı yatırımı” olma ihtimalinin payı büyük.

Mühendisliğin gerçek sınavı: Su ve belirsizlik

Oak Adası’nı “romantik bir define masalı” olmaktan çıkarıp somutlaştıran şey, mühendislikte karşılaşılan ısrarlı iki problem:

  1. Hidrolik: Çukurun ve yan delgilerin suyla dolması. İster insan yapımı sifon tünelleri, ister doğal boşluklar deyin, saha hidrojeolojik açıdan agresif.
  2. Geoteknik: Eski kazıların birbirine karışması, çökme ve stabilite sorunları. Her yeni delgi, yüzyıllık deliğin belirsizliğine bağlanıyor.

Bugün modern ekipler, yer radarı, manyetometre, LIDAR, çoklu çekirdekli sondaj gibi yöntemleri birlikte kullanıyor. Ancak suyun oyunu ve heterojen zemin, “temiz bir kesit” yakalamayı zorlaştırıyor.

Neden vazgeçilmiyor?

Cevap çok basit: Hikâye çok iyi. Bir yanda “lanet”, öte yanda “kurnaz bir mühendislik zekâsı”; bir yanda “korsan haritası”, diğer yanda “bilimin soğuk açıklaması.” Bu zıtlık, medyanın, belgesellerin ve popüler kültürün beslendiği kaynağı oluşturuyor. Dahası, her kuşak “belki de biz çözeriz” diyerek aynı soruya yeni araçlarla dönüyor. Oak Adası, modern çağda kolektif merakın ve ısrarın canlı laboratuvarı gibi.

https://pinek.net/whatsapp-yapay-zeka-ile-yeni-bir-doneme-giriyor

Son söz: Hazine mi, insan hikâyesi mi?

Kimine göre Oak Adası’nda artık “değerli bir sandık” kalsa bile, yüzlerce yıldır açılıp kapanan tünellerde çoktan yer değiştirmiş olabilir. Kimine göre “büyük hazine” hiç olmadı; biz, doğanın ve söylencenin güzel bir şakasının peşinden gidiyoruz. Ne olursa olsun, ortada tartışmasız bir hazine var: insan inadı. Mühendisler, dalgıçlar, tarih meraklıları, zanaatkârlar, amatörler ve profesyoneller; iki yüzyıldan fazla bir süredir aynı sahnede aynı bilmeceye farklı cevaplar arıyor.

Belki yarın yeni bir delikte eski bir tahtaya, kırık bir halka kilide ya da anlamını bilmediğimiz bir işarete daha rastlanacak. Belki de su, bir kez daha bütün planları bozacak. Ama bir şey kesin: Oak Adası’nın hikâyesi, bulmaktan çok aramanın hikâyesi. Ve o arayış, dünyadaki en nadir hazinelerden biri.

Trendler

Exit mobile version